LGS, OKS, TEOG, ÖSS, ÖYS, YGS-LYS ve son olarak (şimdilik bir son)YKS
Bu değişimlere denk gelenlerden birisi de bendim. İlk OKS, ilk YGS-LYS'ye giren nesil içindeydim yani. Bir de malum liseye başlayınca birden 3 yıl olan okul 4'e çıkmıştı. Müfredat şaşırmış, öğretmenler şaşırmış, en çok da biz afallamıştık. Fakat tabii ki başlangıçtan beri bu eğitim sisteminin içerisinde olduğumuz için 'nasıl yaa, ne oluyor şimdi' demenin haricinde yapabileceğimiz bir şey olmamıştı. Hani minibüsçünün arkayı beşleyelim dedikten sonraki 'yer yok kardeşim, nereye geliyor' diyen ama yine de o beşinciyi yanına alan yolcusu gibiydik bir nevi.
Hem yeterince çalışmadığım hem de kendimce nitelendirmemle 'yanlış çalıştığım' için Anadolu lisesini kazamadım ( hoş şimdi her yer Anadolu lisesi ) Sıradan, hatta kötü denilebilecek bir düz liseye başladım. Kötü denilmesinin sebebi öğretmenler veyahut idare değil öğrencilerdi tabii onu belirteyim. Hatta ne sıkı okuldu ayakkabı siyah olacak diye insanlar siyah(!) ayakkabılarındaki beyaz Nike işaretini siyah bantla kapatıyorlardı düşünün, o derece bir delilik 😅
İlkten çok ağlayıp sızlanmıştım yalan değil. Sonuçta ailenizin de sizden beklentisi oluyor. İşte dersaneye gönderdik, o kadar kitap aldık vs. gibi. Tabii esasında hangi lise (üniversite için de söylenebilir) olsun sonuçta o ortamda 4 seneyi geçiren, arkadaşlarınızı, geleceğinizi yönlendirecek kişi siz oluyorsunuz.
Ama her şeyde (şerde, artık ne derseniz) bir hayır oluyor ya hani aslında düz liseye gitmem de kafama Bugs Bunny filmlerindeki tuğlanın düşmesine sebep oldu. Silkelen ve yola devam et hesabı, daha başlangıçtan hedefime odaklandım. Yalan değil hiçbir zaman hedefim Sena gibi ( aşağıda ayrıntısıyla bahsediyorum😊) net değildi ve de aklımda üniversite sınavı yoktu ama iyi bir yerde okumanın hayali hep içimdeydi. Bazen umutsuzluğa kapılsam da lisedeki derslerimi bırakmadım. Çünkü öğrendiklerim yanında okul puanı benim için çok önemliydi. Olmadı Mimar Sinan'da felsefe okur saçımı maviye boyarım diyordum 😁( Felsefeyi çok severim keza Mimar Sinan Üniversitesi'ni de lütfen yanlış anlaşılmasın bu 🌼) Bir de özellikle son sene babama şunu mu okusam baba dediğim de cevaplar:
-Onda para yok.
-Onda iş yok.
-Onu okuyup ne yapacaksın,
olunca iyice deliriyordum.
Lise 2 ve devamında Allah'tan o (videoda bahsettiğim birinci sınıftaki) kaos ortamını bir daha yaşamadım. Söz konusu kaos ortamına küçük bir bakış: Uzun eşek oynadıktan sonra havada millete uçusan sıralar mı, derste Kimya'cının üzerine yürüyen, ayakkabısının sivriliğiyle insanın gözünü oyabilecek kapasiteye sahip delikanlılar(!) mı, sıra arkadaşımın her daim aşk acısıyla yanıp tutuşması ve diğer sıra arkadaşımın (3 kişi oturuyoruz malum milenyum çağı sonrası) sonradan hepsinin yalan olduğunu keşfettiğimiz aşk hayatına ilişkin şizofrenik hikayeleri mi.. He bir de Fizik dersi başlar böyle azimle tamam baştan güzel anlayacağım her şeyi diye dinlemeye başlamamın ardından, hocanın maddenin halleri katı, sıvı, gaz demesi ve akabinde konunun gazdan doğalgaza, doğalgazdan 20 dk. faturaların neden bu kadar yüksek olduğuna bağlaması mı.. O sırada ben de Ay Savaşçısı Usagi'nin sinir krizi moduna girerdim.
Neyse, uzun ve yorucu bir yıl sonunda tekrar eden öğrencilerden geçen geçti, 2. kez kalanlara da tekme basıldı en kaba tabirle. Sınıfımız 30 kişilik oldu, böyle tren gibi upuzun bir sınıf. Tahta küçücük, yan tarafta okulun hademesinin minik dairesi 😳😅 Düşünün biz trigonometri çözüyoruz, bi anda yan odadan bebek ağlıyor.
Tabii bu 3 senelik süreçte hakkını ödemeyeceğim birçok hocam oldu. Bunun yanında da hep birbirimizden yardım alırdık. Sınıfta 3 kişi öne çıkardık genelde. Bir arkadaş matematikte iyiydi, diğeri de keza matematik ve İngilizce'de çok iyiydi. Sınav öncesi ben ve diğer arkadaşlar hep yanımızda diğer arkadaşlarımızı çalıştırırdık. Her boş derste veya gizliden(😀) test çözerdik. Takıldığım soru da ben, o konuya hakim diğer arkadaşlarıma gider, onlar bana gelir sorarlardı. (Bu kısmı üniversitede çok özledim açıkcası. Çünkü nedense herkes bildiğini kendine saklama modundaydı üniversitede. Lisede tam tersi biz 'bak şu konuya mutlaka çalış' diye birbirimize söylerdik. E tabi biraz yarış modu da olurdu ama içimiz rahat etmez bak şu önemli demeyi ihmal etmezdik. 😊)
Çoğunlukla bu 3 arkadaş dersleri kurtarırdık. Konu anlatımı, hocanın sorduklarına cevap verilmesi vs.. Hatta hiç unutmam bir gün öğle tenefüsünde yiyemediğim Popkekimin son lokmasını sıra altına saklamıştım. Sıra arkadaşım Hande(💓) de, ya son ders oldu at şunu artık ağzına diye sürekli beni didikliyordu. Psikoloji hocamız da nasıl disiplinli, sert bir kadındı. Neyse ben bi anda Hande'nin ısrarlarına dayanamayıp Popkekimi ağzıma atıp bir de boş bulunup sorulara cevap vermek alışkanlığıyla parmak kaldırdım. İşte soru her neyse artık ona cevap veriyorum. Olgodo sococoluk ... bo onlomo golor hocom ( 'algıda seçiçilik .. bu anlama gelir hocam')
Hoca : Göksu sen bir şey mi yiyorsun derste, o ne ağzındaki sakız mı?
Hocom, (yutkunur) Popkek kalmıştı da sıra altında da.
Hoca: Error.
Hande gülme krizinde tabii bu arada.
Son iki sene de dersahene koşuşturmasıyla geçti. Bazen bakıyorum da cidden deliymişim. Niye mi? Hala da var olan garip bir saplantımdan bahsedeyim: Hali hazırda otobüs, minibüs arkasından koşma isteği. Duramıyorum efenim. Normal bir insan evladı, 'tüh kaçtı otobüs görüyor musun' der, diğerini bekler. Yoooooook nerde bende o. Mutlaka yakalayacağım. İşte bizim bir de son sınıfta okulumuzun restore olma işi çıkınca 12. sınıfın 1. dönemi başka okula taşındık ve öğlenci olduk. Günün en verimli saatleri okulda geçiriyor olduk yani. Dersten çıkıyoruz, her yer zifiri karanlık. O karanlıkta koşan bi ben. Neden mi? Etüte yetişmem lazım! Ders çıkışı ışınlansam anca etüte yetişebilecek konumdayım ama ne kadar az konu kaçırırsam o kadar iyi diye etüt günleri okuldan ilk ben çıkıyor, deli gibi koşuyor sonra nefessiz bir şekilde minibüse biniyordum.😂Allah aşkına bu nedir haha. Ama güzel olan ne biliyor musunuz, şimdi dönüp bakıyorum ve bir kez daha anlıyorum ki, insanın bir şeyi istemesi, onun için çaba sarfetmesi, gerçekten çalışması gerek. Ki siz elinizden gelen her şeyi yaptığınız zaman Allah size mükafaatını versin. (Bazen umduğun istediğin kapı açılmıyor o ayrı ama az ilerde veya hiç bakmadığın yönde yeni bir kapının olduğunu görüyorsun. O yüzden ben sadece sınav vs. değil de yaş aldığımızda geriye dönüp bakıp, elimden geleni yapmışım demenin en azından iç huzur için önemli olduğunu düşünüyorum)
Son sınıf da okul haricinde dersanede geçti. Keza en yakın arkadaşımı da dersane sırasında bulmuştum. Her gün olaylı, atarlı gelirdi. Bugün Almanca'cıyla kavga ettim kanka diye. Ben de 'oha lan yine ne yaptın Allah aşkına' diye dinlerdim 😂 Sena'yla tanışmadan önce yalan değil hiç bir zaman arkadaş ortamında uzun saatler ders ortamında çalışılmayacağına inanırdım. Ama biz dersanede boş saatler olsun, hep birlikte sessizce çalıştık. Tabi şamatalarımız, dedikodularımız (dersanede neredeyse herkese bir takma ad takmıştık düşünün 😳) olmuyor değildi, ama tamam yeter dedik mi de susmayı biliyorduk.
Böyle böyle zamanla yılsak da, olmayacak yahu biz nerede okuyacağız diye delirsek de çalışmayı hiç bir zaman bırakmadık. Sena'nın hedefi baştan belliydi. Sınıf öğretmenliği istiyordu. Bir hocamız ''doğu'daki çocukların sümüklerini mi sileceksin'' demişti hiç unutmam, şok olmuştum, çok sinirlenmiştim. Evet dedi Sena. Öyle kararlıydı. Kazandı da. Doğuya atansa giderdi ama annesi babası belli bir yaş üzerinde olduğu için ve de onları peşinden sürüklememek için vazgeçti, özel okulda öğretmenlik yapmaya başladı.
Yani, aslında sınav adları değişse de kafalar karışsa da olan hep aynı. Hedefiniz doğrultusunda emek vermek, alın teri dökmek ve sonuç için beklemek. Üniversite ortamı iş hayatına atılmadan önceki en güzel ortam. (Biliyorum üniversitedeyken bunu söyleyenlere çok söveceksiniz vize finalden başımı kaldıramıyorum ne diyosun be diyerek, ama iş hayatıyla karşılaştırılmaya gelmiyor inanın yine de) Bu ortamı en güzel şekilde oluşturabilecek kişi de sizsiniz. Tabii her şeyin kontrolü bizim elimizde değil ama kumandadaki düğmelere biz basıyoruz nihayetinde 😊
Şunu da belirteyim, lise başından beri bir de düz lise olunca birinciliğe oynayan bir ben vardım. Sonra bir arkadaş Lise 2'de bizim okula nakloldu, MF'ye geçti. Lise 1'deki notları da benden yüksek olunca ( özel okuldan geliyordu ) ve de sonradan bizim TM sınıfına geçince bir anda önüme geçmiş oldu. Lise sonda da yine okul bu sefer sadece okul puanını yükseltme için gelen bir çocuğu okula nakil aldı. Mezuniyet töreni geldiğinde ben herhalde 2. olurum, 1. ye 75 puan ekleniyor bana da 73 vs. gelir diyordum. Hoca bir açıkladı. 2. başka birisi. İçerledim tabii. 3. olarak mezun oldum. Dedim artık 70 puan gelirse öpüp başıma koyarım.
Sonra her şey açıklandı, benim LYS puanına 75 tam puan geldi. Lisedeki hocalarım ilk defa böyle bir şey görüyoruz dedi. Yani 3 kişi de 75 tam puan almış oldu. 74 alsaydım Marmara Hukuk 1. öğretimde değildim düşünün. O yüzden ne olursa olsun emeğiniz hiç bir zaman boşa çıkmıyor.
Lise dönemi Haydarpaşa kampüsünün önünden ne zaman geçsek anneme gösterir 'anne, ne kadar güzel değil mi' derdim. Ağaçları, yeşili, eski binaları hep sevmişimdir çünkü. Sınav öncesi geçerken de bir iç çekip hiçbir zaman burada olamayacağım demiştim. (Yalnız ağaç dedim, yeşil dedim üniversitenin sadece sonbaharda fotoğrafını çekmişim dıştan iyi mi, ama anladınız siz 💚)
Lise dönemi Haydarpaşa kampüsünün önünden ne zaman geçsek anneme gösterir 'anne, ne kadar güzel değil mi' derdim. Ağaçları, yeşili, eski binaları hep sevmişimdir çünkü. Sınav öncesi geçerken de bir iç çekip hiçbir zaman burada olamayacağım demiştim. (Yalnız ağaç dedim, yeşil dedim üniversitenin sadece sonbaharda fotoğrafını çekmişim dıştan iyi mi, ama anladınız siz 💚)
Sonuç olarak; hayallerinizden, hayal etmekten vazgeçmeyin.🌼
Hadi vazgeçmiş olsanız bile sakın ama sakın çalışmayı, onun için emek sarfetmeyi bırakmayın.💪
Bu yoldaki herkese kolay gelsin 💛
Hukuk felsefesini sever misiniz snnfjfjd
YanıtlaSil